19 Mart 2016 Cumartesi
Annesinin kuzusu
Bu sabah penceremden bakınca dağların yeşerdiğini fark ettim. Toprak yumuşacık görünen dokusuyla, gökyüzü parçalı bulutuyla bir tablo çizmişti gözlerime. Görünen bu tabloya ulaşmam gerektiğini düşündüm.
Mevsim artık güler yüzünü gösteriyordu manzaralara fakat Ankara bu yüze aldanmamak gerektiğini öğretiyordu her fırsatta... Ben de güneşin ışıltısına aldanmadan, kalın bir mont giyerek yola çıkmaya karar verdim. Güzergahım belliydi, pencereden gördüğüm manzaraya ulaşmaktı hedefim. Ve saatlerce yürümeyi göze alarak yola koyuldum.
Şehirden uzaklaştıkça oksijenin ciğerlerime işlediğini hissediyordum. Patika yollardan geçerken toprağın sükunet ile sarmaş dolaş olduğunu düşünüyordum. Cıvıl cıvıl kuş sesleri, daha önce hiç bu kadar yankılanmamıştı kulaklarımda...
Varmak istediğim noktaya az kalmıştı ki doğanın sesine bir yenisi eklendi. Çıngıraklar eşliğinde yükselen kuzuların sesiydi bu. Küçücük kuzular annelerine sığınarak ayak uyduruyordu sürüye. Annelerinden uzaklaştıkları vakit telaşa kapılıp hızla ilerliyor ve annelerini bulmak için çaba harcıyorlardı. Cesur olmak için annelerine ihtiyaçları olduğu belliydi.
Güzel bir manzaraya doğru yürüyen bu sürüde bir kuzunun bana yaklaştığını farkettim. Korkmaması için bir müddet hareket etmeden bekledim. Sonra yavaşça adım atıp sevmek istedim. Korktu tabii, bizi uzaktan seyreden annesine doğru koştu.
Anne güç demekti... Anne koruyucu bir melekti. Uzak olsa dahi yavrusuna sahip çıkan yumuşak bir yürekti...
15 Mart 2016 Salı
Dans eden bulutlar
Bugün bulutlar yumuşacık görünen kollarına dünyayı sarıyordu. Gökyüzü mavi suretiyle bulutlara destek oluyordu. Dağın bir yamacı bulutların arasından süzülen güneş ışıklarıyla aydınlanırken; diğer yamacı ise üzerine düşen gölge ile gökyüzündeki dansa şahit oluyordu.
Dağ, taş ve toprak yağmurla harmanlanmayı bekliyordu. Bulutlar ılık bir rüzgarın etkisiyle dans ediyordu. Gökteki ritim beni içine çekerken, yeryüzü renkten renge giriyordu....
Aslında dünya rutin bir halde dönüyordu. Günü farklı kılan doğanın bize sunduğuydu...
7 Mart 2016 Pazartesi
Pembeleşen yalnızlık
Yalnızdım. Mevsim bahardı yürüdüğüm yollarda... Ve pembe bir güle rastladım gün batımına az bir zaman kala. O da yalnızdı, yemyeşil dalların arasına sinmiş bir halde tek başına... Diğer güllerin ona selam vereceği günü bekliyor gibiydi. Batmakta olan güneşin solgun ışıklarıyla tutunuyordu hayata. Yalnızlıktan hoşnut olmadığı belliydi. O, dalının ilk gülüydü. Dışarıdan bakınca katmer katmer yaprakları neşe salıyor gibiydi dünyaya; ama yalnızdı işte bir başına...
Bir süre sessizce bu pembe gülü izledim ve düşündüm... Onu dalından koparmak istedim. Sonra durdum, " Bu ona acı verir mi?" diye sordum kendime. İkimiz de yalnızdık, bu güzel çiçeği evime götürürsem arkadaş olabilirdik. Ben ona sevgimi verirdim o da bütün güzelliğiyle odamı şenlendirirdi. O hoş kokusuyla tamamlardı kalbimin eksik kalan yanını.
Sanırım bencil davranmıştım. Onu yemyeşil yaprakların arasından çekip almış olmam bunu gösteriyor gibiydi. Eve döndüğümde akşam olmuştu. Zamanın akşam olması önemli değildi; çünkü kalbim bir güneş gibi sıcaklık saçıyordu etrafa.
Anlaşılan o ki pembe gül de beni sevmişti. Günler geçmesine rağmen yapraklarını dökmemesi bunu gösteriyor olmalıydı. Fakat biliyordum, bunun bir sonu olacaktı. Akıllı davranmalıydım, varlığını devam ettirmesi için onu korumalıydım. Yalnızlığımı paylaştığım bu güle güzel bir son hazırlamalıydım.
Ve haftalar sonra başardım... Bir şeyleri başarmak için sadece sevmek yetmiyordu elbette. Emek vermek, özen göstermek, nazik davranmak gibi sorumluluklarım vardı bu süreçte. Dört yıl önce başlayan arkadaşlığımızı birkaç haftalık emekle korumayı başarmıştım. Pembe gülü dikkatle kurutmuştum. Bencillikle başlayan yalnızlık serüvenim hayatım boyunca unutamayacağım bir deneyime dönüşmüştü.
Anladım ki yalnızlığı aşmak sevmeyi gerektiriyordu. Sevecek bir şeyler bulduğumuz sürece yalnızlığımız azalıyordu.
Anladım ki yalnızlığı aşmak sevmeyi gerektiriyordu. Sevecek bir şeyler bulduğumuz sürece yalnızlığımız azalıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)